Kendinize yakın hissettiğiniz birini kaybetmek, kayıpların en büyüğüdür. Dağlayıcı ve yakıcıdır. Ölümün sertliği ve ayrılığın gerçekliği, size yakın o kişinin gidişi ile tattırılır. Geriye dönersiniz, hatırlarsınız, geçmişi bir daha yaşarsınız, acılı ve tatlı hatıraların herbiri hafızanızda artık birer sahneye dönüşür. Sevdiğiniz bir film gibi tekrar tekrar seyreder durursunuz.
Kabrinin başına geldiğinizde, şimdiye kadar başka cenazelerinizle yaşamadığınız ölçüde bir yakınlık ve hitap etme isteği tadarsınız. Kabirlerde yatanları sizin duymadığınıza lakîn onların sizi duyduğuna dair hadis-i şerife inanıyorsunuzdur ancak sanki inancınız daha bir yükselmiştir ve karşınızda gibi hitap eder, duygularınızı dökersiniz müteveffaya. Kişisel ve Kur’ânî dualarınızı, onun ellerine teslim eder gibi okursunuz. Yakınlık hissi açılır, inkişâf eder. Artık ölmüştür ve başka bir âlemdedir. O yakınlıktan ötürü, onun gittiği yere ve gerçekliğe de sizin yakınlığınızı ve bir anlamda sizi götürür.
Müteveffa açısından ise, perdeler kalkmış, biliş ve tanıyışının durumu ne olursa olsun, gerçeklik duvarına toslanmıştır. Kişisel olarak sıyrılma ve kurtulma, kaba tabirle yırtma imkânı elde edene kadar yakın, uzak, dost, düşman konularının tadı, tuzu muhtemelen henüz yoktur ve belki de henüz hatırlanmaz. Ve hatta belki de, akıbetle karşılaşana kadar, yakınımızın, en kalbî dostumuzun kabrinin başında hıçkıra hıçkıra eski günleri yâd etmemizden önce onu, ancak ve sadece gönderdiğimiz dualar serinletecektir. Yine de, duanın içtenliği ve sürekliliği yine o hıçkırıkların kaynağından, dostluktan ileri gelir.
Çevrelendiğimiz kalın perdelerden kurtulmuş, her şeyi çok net ve berrak gördüğü bir yere gitmiş olan müteveffa mı, yoksa o perdelerin, parmaklıkların arasında yolculuğuna devam eden kişi mi ölmüştür? Hangisi ölüdür?
Kendi dünyasında inanca dayalı, dinî ya da felsefî olarak bir şeyler keşfeden, objektif veya sübjektif bir hakikâtle tanışan kimselerin, özellikle ilk aşamalarda çok heyecanlı olması, diğer insanları kendi konumları içinde değerlendirememesi, kendi keşiflerinden ve yeni görüşlerine sahip olmasından az önce, artık anlayamadığı o diğer insanlarla aynı yerde olduğunu unutması bir vakadır. Doğru ve gerçek olduğuna inandığım İslâmî inanışa kavuşan ya da başka sübjektif inanışlara bağlanan insanlarda bu vakaya rastlanabilir. Bu vakanın temel dinamiği, perdenin gerisinden bir şeyler gördüğüne inanan kişinin şoku veya coşkusudur.
Sıradışı şeyler yaşayan insanların, böyle bir şeyi görsel veya duyusal olarak tecrübe edenlerin toplum karşısında imtihan oldukları husus da bunun gibidir. Halüsinatif görmelerin-duymaların dışında, kamuoyunda kabûl görmeyen bir şeylere gerçekten tanıklık edenlerin durumu, kendi sübjektif sınırları içinde ölenin durumu gibidir. Artık onun arkasından ağıtlar yakılır, gözyaşı dökülür. Bir çeşit ölüdür artık.
Perdenin arkasından gelen bir deniz, bir tufan ise eğer ve siz iyi bir yüzücü değilseniz, bazı altyapılarınız yok ise, hazım gücünüz, ketmetme kabiliyetiniz ve belirleyeceğiniz uslûb yetersiz kalırsa, sıradan’lar sıradışı’yı derhâl gömecektir. Lakîn gerçekten gerçek olan bir şeyler görmüşseniz, baştaki müteveffa örneğinde olduğu gibi, cenaze sahibi, gözü açılan siz olursunuz.
Sıradışı konular her zaman ilgimi çekmiştir ancak burada örneklemesini yaptığım husus elbette tüm komploların ve paranormal olayların aslında gerçek olduğu tezine dayanmıyor. Komplo konusuna yönelik itibarsızlaştırma eğiliminin, gerçek komploların örtülmesiyle ilgili olduğu düşüncesindeyim. Yeni ve sayısız komplo hikâyesinin fütûrsuzca servis edilmesinin ya da bazı gerçek hikâyelerin uslûbsuzlar tarafından sunulmasının da aynı örtme eyleminin bir parçası olduğu kanaatindeyim. Sıradışı ile karşılaşan için soğukkanlılığın korunması, sıradan’dan kopulmaması, sıradan ile hâlen irtibatta ve onu farklı bir katmanın gerçekliği olarak algılamak için, zihin altyapınızın kuşatıcı ve selim bir referansa bağlı olması gerekir. Sıradan’ın sınırları dışına atılan her adım, yeni sıradışı’lıklarla tanışmaya yol açmakla beraber, referanslarınızın sağlamlığına, sabitliğine ve sizin onlarla olan bağınıza bağlı olarak yeni sıradan’lar haline dönüşür.
“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir. “Tevekkeltü alâllah” der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle, hâdisâtın dağlarvâri dalgaları içinde seyran eder.”
Risale-i Nur, Yirmiüçüncü Söz, Üçüncü Nokta
Burada geçen ifadelere döneceğim.
Bebeklik, çocukluk, ergenlik, erginlik, gençlik ve yetişkinlik evrelerinde sürekli öğrenme ve tanıma’lar yaşanır. “Büyüyünce anlarsın” diyen ya da gözlerinden böyle dediğini anladığımız büyüklerimizi gerçekten de büyüdüğümüzde anlamaya başlarız. Sırası gelince aynı sözü çocuklarımızı izlerken mırıldanırız. İnsanî öğrenme, insanı ve hayatı öğrenmenin yanında, daha afakî, ufka doğru anlama, insanın mekânla, kâinatla olan tanışıklığın artmasında da, zaman geçtikçe tanıklık edilecek yeni şeyler olabilir.
Uzaylı, dünyadışı zeki yaşam konusu sıradışı kategorisinde yer alır. Genel kamuoyunda, bu konu hakkında çeşitli beyanlar ve görüşler olsa da, dünyamızın dışında zekâ sahibi birilerinin somut ve delilli olarak var olduğuna dair bir kabûl söz konusu değil. Dünyanın ve ülkemizin anaakım medya kuruluşlarının haber bültenlerinde, ki bu kamuoyunu yönlendiren ve ortalama algıyı belirleyen medya anlamına geliyor, kullanılan uslûb sıradan’a hitap ediyor veya sıradan’ı tayin ediyor. Keza bu mecralarda komplolardan bahsedilecekse, gerçek komplolardan uzaklaştıran bir uslûb karşımıza çıkıyor. ABD’de yerel televizyonculuk oldukça yaygın. Bu kuruluşlar, sansasyonel yayıncılık, reality show adı altında bu nev’iden konuları konu edebiliyorlar. Bunun dışında, internet ortamı uzaylı konusunda en serbest ve en fazla malzemenin olduğu platform olarak kullanılıyor.
İnternet, sınırsız sayıda serbest yazar barındırması sebebiyle, aşırı seviyede atık-çöp de üreten bir mecra. Verilerin incelenmesi ve işlenmesi okura kalmış bir konu. Ancak, çok fazla sıradışı’nın olduğu dünyamızda, ne anaakım medya, ne sair medya, ne de internet medyası bizlere akl-ı selim bir sunum yapmıyor. Bunun yerine, dünya kamuoyunu sürekli olarak, tayin edilen sınırların dışına çıkılmasının delilik olduğu yönünde korkutan, sıradan’la sıradaşı’yı çarpıştıran, sıradışı’yı marjinalleştiren bir uslûbla karşı karşıyayız.
Uzaylı karşılaşmaları yaşadığını iddia eden dünya çapında pekçok sayıda insan var. Kişisel tecrübelerini anlatan insanları internette ve bazı belgesel ve reality show kanallarında kolaylıkla bulabiliyoruz. Hangisinin gerçek, hangisinin hayal ürünü ya da ilgi çekmeye çalışılan senaryolardan ibaret olduğunu bilmemiz, kesinlik aradığımız takdirde, mümkün değil.
ABD, Kentucky’de yaşayan Brenton Sawin, Youtube’da gizemli konuları ele alan video’larıyla tanınır. Takipçi sayısı itibariyle mütevazı durumda olan bu youtuber, 2019 yılında kanser hastalığı sebebiyle hayatını kaybeder. Ölümüne kadarki süreçte yayınlarına devam eden Sawin, yaklaşık 70bin abone tarafından takip edilir ve 500binin üzerinde izlenen bir video’su haricinde, 10bin-60bin arasında ortalama izleyiciye sahiptir. Sawin’in ana teması gizemli olaylar üzerinedir. Ancak anlatma ve yayın yapmaya dair temel motivasyonunu, yaşadığı bir tecrübeden alır. Adına Dero dediği uzaylı bir varlık evindeki odasında belirir ve kendisiyle iletişime geçer. Korku dolu enstantaneler yaşar. Kaldığı odanın mekânsal özelliklerinin değiştiğini, büyüdüğüne şahit olduğunu anlatır. Gelen varlık, bir aygıt ile beyninin içindekilere erişebilmektedir. Korku dolu ânlar sürerken hiçbir şey yapamayan ve varlık gittiğinde evi terk eden Sawin, bu hadiseden yıllar sonra okuduğu bir çizgi romanda, o gece gördüğü varlığın aynısını gördüğünü iddia eder.
Bu çizgi roman, kendi camiasında meşhur fantastik çizgi roman yazarı Richard Sharpe Shaver’ın yazdığı kurgu bilim hikâyelerinden biridir. ABD’de 1926’dan beri yayınlanan “Amazing Stories” adlı kurgu bilim konulu çizgi roman serisinde hikâyeleri yayınlanan Shaver, Dero adını verdiği bir türü anlatır. Dünya’daki tarihi çok eski olan Dero’lar, bir tarihte Güneş’ten gelen yüksek radyasyon sebebiyle burayı terkederler. Ancak burada bazı bebek türdaşlarını bırakmışlardır. Zaman içinde yeraltı mağaraları inşa ederler ve yerüstünde yaşadıkları kırılgan durumlarından bu şekilde korunurlar. Öz itibariyle kötüdürler ve insan kaçırma ve işkence gibi uygulamaları çok sayıdadır. Shaver, kurgu olarak bu hikâyeleri yazarken, bazı yazışmalarında bu yaratıkların gerçek olduğunu, kendisinin bunların elinde yıllarca hapis hayatı yaşadığını belirtir. Aynı zamanda, yaklaşık 10bin kelimelik bir proto-insan kelime dağarcığı inşa eden Shaver, tüm dillerin atası olan dili bulduğunu, bu dilin adının da Mantong olduğunu ileri sürer. İlâveten, Lemuria isminde kadim bir yeraltı medeniyetini konu alan hikâyeler yazar. Dero’lar, buranın iyi insanları ile mücadele içindedir.
Youtuber Sawin, Shaver’ın Dero karakterini çizgi romanında görmeden yıllar önce evinin odasında bu varlığı gördüğünü düşünmektedir. Video’larındaki halet-i ruhiyesi ve vücût dili genel olarak, psikolojik olarak uyarılmış ve kaygı seviyesi yüksek durumda bir görüntü veriyor. Dindar bir Hristiyan olduğunu söyleyen Sawin, Dero’ların yeraltı varlıkları olduğunu, İncil’de geçen bazı pasajlarda Dünya’nın altında bağımsız ve müstakîl yaşam alanlarına işaret edildiğini ileri sürer ve birçok video’sunda “Hollow Earth”, Oyuk Dünya ya da yeraltındaki Dünya başlığı altında konular işlemiştir. Dero karakteri, Sawin ve Shaver’in anlatımlarında şöyle resmedilir.
Dero karakterinin benzerini Ridley Scott’ın yönetmeni olduğu, Alien (1979), Alien vs. Predator: Requiem (2007), Prometheus (2012) ve Alien: Covenant (2017) filmlerinde görürüz. İnsansı (humanoid) bir tür olarak bilinen ve tarihi kadim sayılacak kadar eski olan Malakak isimli varlıklar, Ridley Scott’ın 1979’dan beri bırakmadığı seri hikâyelerde mühendisler, Ossian’lar, Evrensel Pilotlar, Uzay Binicileri (Space Jockey) olarak biliniyorlar. İnsan türünün genetik mühendisi olarak da kabûl edilen Malakak’lar, insanın genetiğine de yakın bir genetik yapıya sahipler. Ancak tür olarak insan düşmanı ve kötücüller. Malakak’ların resmedilişi şu şekildedir.
Oktan Keleş’in onaltiyildiz.com adresinde yayınladığı, sonrasında kitaplaştırdığı Kulbak Bilge isimli çizgi romanında sıradışı hikâyeler serisi yer alıyor. Bir nev’i Amazing Stories. Keleş’in kurgusunda da, çok eski-kadim konusu esas alınıyor. Hikâye, takvim algımızın çok ötesinde bir eskiden başlıyor. Çok eski iyiler ve çok eski kötüler var. Ancak tüm bu çok eski’lerin, silsile kopmaksızın bugüne kadar gelen gelenekleri ve mücadelesi mevcut. Doğrudan konumuzla ilgili olan kısma atlayacağım. Kulbak Bilge’nin 14. bölümünde Türk’ün Yasak Kitabı ismiyle, kadim söylencelerin kaydedildiği tarihî belgeler anlatılıyor. Bu belgelerde, insan türünün başlangıcı kadar eskiye ait konular geçiyor. Klasik yorumun aksine, Hazret-i Adem’in hikâyesinin Dünya’da başlamadığı, uzayın başka bir köşesinden gelindiği, pekçok gezegenden geçildiği, buralarda o zamanlara ait kalıntılar olduğu, Dünya’dan önce Ay’da da kalındığı ve nihaî olarak Dünya’ya yerleşildiğine rastlıyoruz. Bu yolculuk teması içinde, uzayın sadece geleceğe ait değil geçmişe ait olarak da insanla bağlantılı olduğu ve başka kadim uzaylı-dünyadışı zeki yaşam formlarının var olduğu ileri sürülüyor.
160 numaralı sayfada, Hazret-i Adem’e isnâd edilen Kök Ata karakterinin henüz Dünya’ya varmadığı bir zamandiliminden söz edilir. O tarihlerde manyetik bir tufan yaşanır ve Ganeş isimli bir varlık bu tufan sebebiyle artık Dünya atmosferinde serbestçe nefes alamaz hâle gelir. Ganeş, eski medeniyetlerce tanrı olarak kabûl edilmiştir. Güneş’ten geldiği zannedilerek ismi Ganeş olmuştur. Oktan Keleş tarafından çizilen resmi şu şekildedir.

Hortumu, manyetik tufan sonrası Dünya’dan ve atmosferine dayalı koşullarından men edilmesine dayalı olarak, nefes alabilmesini sağlayan bir solungaçtır. Ganeş’in, ortaya çıkacak Deccâl karakterine müttefik olmak istediği, Dünya’nın kirletilmesi, havanın solunmaz hâle getirilmeye çalışılmasının altında yatan sebebin de Ganeş’e uygun ortamın hazırlanmasıyla ilgili olduğu anlatılmaktadır.
Hindu inanışındaki Ganeş şöyle resmedilir.
Kulbak Bilge’nin, Ganeş’i ve Türk’ün Yasak Kitabı’nı anlattığı 14. bölümden hemen önce 13. bölümde, hikâyenin kahramanları bir çeşit boyutötesi seyahat yaparlar. Bu seyahatte labirent hapishanesi ismiyle bir yere rastlarlar. Labirent, şeytanın oyunlarından biridir. Labirent, insanın önüne konulan bir sınırlar/hudutlar manzumesidir. En önemli özelliği sınırlarıyla ve içindeki öğelerle insanı sarmasıdır. İnsanın bu sınırları unutması ve labirenti çözmek için çalışmaya başlamakla onu kendi kendisinin hapishanesine dönüştürmesi söz konusudur. Tuzak da budur. “Sıradan” ismiyle andığım, genel kamuoyunun kabûllerinden ibaret dünya nasıl bir hapishane ise, sıradışı ismiyle anılan alanda da, yanlış gözlük takıldığı takdirde ayrı bir hapishane mevcuttur. Bu sebeple, Yirmiüçüncü Söz’ün Üçüncü Noktası’nda yer alan pasajı alıntıladım ve önemsedim. İlâveten, ilgili pasajda, imanın nur ve kuvvet olmasının yanında, kâinata dahi meydan okumaya yetecek bir dayanak olmasının ifade edilmesinde, meydan okunanın kâinat olmasını mânidâr buluyorum. Farklı dünyaların, kültürlerin, inanışların ve hatta zamandilimlerinin farklı insanları tarafından sunulan karakterlerde yer alan birçok ortak özelliğin yanında, insanın kadim ve uzaydan gelen bir düşmanı olarak geçmesi, bu yaratığın oldukça güçlü ve bilgili olması ve çok kötü niyetlerinin olması hususlarını değerlendirirken, imân için kâinata meydan okuma ifadesinin seçilmesi anlamlıdır. Devamında, hadiselerin dağlar gibi büyük dalgaları karşısında tam bir emniyet içinde gezebilmeyi de sağlayan, nur ve kuvvet olan imandan söz edilir.
Hayal dünyamızın değil, gözümüz açıkken gördüğümüz ve tattığımız, gerçek dediğimiz hayatımızın hikâyesinde, ancak filmlerde ve adına kurgu denilen hikâyelerde rastladığımız sıradışı’lıklarla karşılaşacak ve onları iki gözümüzle görecek olursak, inşa edilecek yeni labirentlerin farkında olmak, onlardan uzak durmak, akıl ve kalp ufkunu sınırların ötesine, kâinatlara açık tutmak gerekecektir.
Çok enteresan irtibatlar… Risale-i Nur’dan aldığınız yer ile alakalı irtibat da…
Yazınızı detaylı bir şekilde tekrar okumam lazım.
Ganesh’in Güneş ile irtibatı da ayrıca manidar. Solar Flash meselesine reptilyanların da hassas olduğunu biliyoruz. Yeraltlarına bir çok şehir kurmalarının sebeplerinden biri de bu…
Fonetik olarak Ganesh ve Güneş kelimelerinin irtibatı Kulbak Bilge’de sanki ima da edilmiş.
https://www.kuranvemeali.com/kaf-suresi/36-ayeti-meali
Umarım bu enteresan konunun gerisi de gelir. Yazılarınızı ilgi ile takip ediyorum. İyi çalışmalar.
Ganesh ve Dero karakterlerine ek olarak, yine 20.yy ilk yarısında Lovecraft’in ortaya koyduğu Ctulhu miti de benzer bir görsellik taşıyor. Aynı dönemde yazılmış iki fantastik hikaye oluşu gerçekten dikkate değer.
Elinize saglik