Üstüncülüğe dayalı söylemlerin öncüsü şeytandır. Yaratılışında yer alan ateş unsurunu ve başta kendini, Hazret-i Adem’den ve ona yönelik ilâhî plandan üstün görür ve bundan sonra ona düşman olur. Aynı emre muhatap olan melekler, letâfet ve temizlikleriyle, yaratılışlarında bulunan nurâniyetle aynı değerlendirmeyi yapsalar idi onlar da, henüz hakikâti de ortaya çıkmamış, toprak unsurundan bir kimseye secde etmeyi, şeytanınki gibi bir hata olacaksa da, kendilerine yakıştırmayabilirlerdi. Ancak onlar derhâl secde ettiler. Ortaya bu iradeyi koydular.
Doğduğumuz yeri ve ailemizi, potansiyel olarak maddî imkânlarımızı, olasılıksal çevremizi ve genetik temayüllerimizi bizzat belirleyemiyoruz. Kendimizi bir sahnenin ortasında buluyoruz ve sıraladığım köşetaşlarının arasında gezerken, ancak irade denen gizemli bir değişkeni kullanabiliyoruz. O gizem büyük anahtarlardan biridir.
İradenin hangi yönde kullanılacağının kararı, sadece o âna ait iş değildir. Arka planda, öncede, birikimde ne varsa, adım adım o âna gelinir ve takip edilen adımların herbiri bizi bir yere sürükler.
Almanya’nın 1800’lü yılların ortalarında başlayan arî Germen ırkı söylemi Hitler’den çok önce mevcuttur. Pan-Germenizm düşüncesi, Katolik dinine karşı olmak suretiyle öncü bir düşman belirlemiştir. Katoliklik ve diğer dinler, Aryan fikrine terstir. Bu düşüncenin önde gelenleri için Almanlar’ın kendi zâtî üstünlükleri tüm bu değerlerden daha yukarıda görülür. Antisemitizm’in temelleri de Hitler’in iktidarından ve hatta partisinin kurulduğu 1921 tarihinden çok önce atılmıştır.
1842 doğumlu Alman siyasetçi ve milletvekili Georg von Shörenerer, üstün Alman ırkı ve antisemitizm fikirlerini sistemleştiren, örgütleyen ve bunu siyaset içinde kamuoyuna sunan ilk isimdir. 1897 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içinde, Avusturyalı Almanlar’ı kendi ırklarına ve kültürlerine sahip çıkmak adına ayaklanmalara sevkeden, diğer uluslarla mutlak düşmanlık düşüncesinin tohumlarını atan Shörenerer taraftarlarıdır.
1875 yılında, Almanya’nın doğusu, Hoyerswerda şehrinde doğan Adam Alfred Rudolf Glauer, tarihî kayıtlara göre, sıradan bir lokomotif makinistinin oğludur. Teknikerlik okuyan, yüksek okulu bitiremeyen ve gemilerde elektrikçi olarak çalışmaya başlayan Glauer’in yolu Mısır’a düşer. Hidiv Abbas Paşa’nın hizmetinde yer alan toprak ağası, aynı zamanda bir Bektaşî olan Hüseyin Paşa ile tanışır ve onun maiyetine girer. 1900 yılında Hüseyin Paşa ile birlikte İstanbul’a gelen Glauer, Paşa’nın yönlendirmesi ile Beykoz Camii’nin imamından Türkçe dersleri alır.
Hitler’den Önce ve Hitler’den Sonra adlı kitabındaki araştırmalarını Cumhuriyet gazetesinde 1992 yılında yazı dizisi olarak yayınlayan Aytunç Altındal’ın iddiasına göre Hüseyin Paşa sıradan biri değildir. Bektaşî olmasının yanı sıra, okültisttir ve ebced, nümeroloji gibi konularda özel bilgileri vardır. Glauer’in Mevlevî tekkelerine girmesini sağlayan Paşa onu, Bursa’daki çiftliklerinde çalıştırır. Glauer, bu şehirde ipek tüccarlığı yapan ve banker olan Termudî adında Yahudi bir ailenin yanında, yine Paşa’nın yönlendirmesiyle kalır. Bu aile de okültisttir, mistisizm ve kabbala gibi konulara hakimdir ve Glauer’e bu konularda ders vermişlerdir. Glauer’in 1924’te yazdığı Eski Türk Masonlarının Uygulamaları-Bektaşî, Gülhaç ve Simya Sırları adlı kitabını basan ve orjinal kitap metnine altı adet yorum-değerlendirme yazısı ekleyen Hermes Yayıncılık baskısında, aynı zamanda yayınevinin sahibi olan Kemal Menemencioğlu taafından yazılan makalede, Glauer’in Mısır’da iken, Paşa’nın maiyetinde olan İbrahim Paşa’dan piramitlerle ilgili okültist dersler aldığı da belirtilmiştir.
Rudolf Glauer’in Bursa’da kaldığı aile onu, ailenin mensup olduğu mason locasına inisiye eder ve kütüphanelerinin varisi olarak da Glauer’i tayin ederler. Rudolf geçmiş olduğu tedrisâtın üzerine, eski kuzey mitlerinin rünlerine dayanan Alman gizemciliğiyle aynı kaynaktan geldiğini düşündüğü tasavvuf konusuna daha çok eğilir ve sahip olduğu ezoterik/gizemci bakış açısını bununla harmanlamaya başlar. 1908 yılında İstanbul Beyoğlu’nda tuttuğu evde çevresindeki Alman ve İsviçreli’lere bu konularda konuşmalar yapmaya başlamıştır. 1910 yılında Beyoğlu’nda Thule Cemiyeti’ni kurar. Bu cemiyet, tüm bu gizemci karanlık bilgilerin, aryan ırk sevdasının ve üstün Alman’cılık fikrinin doktrinlerini geliştirmekle meşgûldür.
Glauer, 1911 yılında Osmanlı vatandaşlığına geçer ve hemen ardından, soyu 8. yüzyılda Alman İmparatoru II. Otto’nun danışmanlığını yapmış yüksek sınıftan bir aileye dayanan ve çocuğu bulunmayan Heinrich von Sebottendorf tarafından yasal olarak evlât ve tek varis edinilir. Eski Türk Masonlarının Uygulamaları kitabının makaleler bölümünde Mehmet Saltık, Sebottendorf isminin Satürn ve köylü kelimelerinin birleşiminden olduğunu belirtir. -dorf doğru olmakla birlikte, sebotten- kelimesini henüz tespit edebilmiş değilim. Gençliğinde zaman zaman Erwin Torre ismini kullanan Glauer’in adı, bu evlât edinilme ile Rudolf Baron von Sebottendorf olur. Artık soyludur. Açılmayan bazı kapılar, bu unvanla ona açılacaktır. 1926-1928 yılları arasında Türkiye’de, Meksika’nın fahrî konsolosluğunu yapmıştır.
İngiltere’de 1969 yılında yapılan bir soruşturmaya dayalı olarak Türk makamlarına iletilen resmî bir yazıya cevap olarak Türkiye’nin Londra Büyükelçisi Zeki Kuneralp, Sebottendorf’un Osmanlı ve Türk vatandaşı olduğunu doğrulamıştır.
Sebottendorf, kurduğu Thule Cemiyeti’ni Almanya’ya taşır ve oradaki arî ırk fikrinin takipçileri ile buluşur. Burada Münih Gözlemcisi gazetesini kurar ve ilk yöneticilerinden olur. O tarihlerde önde gelen Pan-Germenist’lerden Guido von List’in 1920’de vefatı üzerine gazetede anma yazısı yayımlanır. List, tüm bu üstüncülük fikirlerinin kurucularından biridir. “Von” yani baron unvanını da kendi kendine koymuştur. Bu konuda siyasî tartışmalara da sebep olan bu tavır, Sebottendorf’un resmî yollarla elde ettiği unvan meselesinin, kendi gayelerine ulaşmak için önemli olduğunu gösteriyor. Münih Gözlemcisi gazetesi Nazi’lerin resmî yayın organıdır ve 1945 yılına kadar bu unvanı taşımaya devam eder.
Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi üzerine Almanya’da monarşinin yıkılması ve Kasım Devrimi süreciyle parlementer demokrasi kurulması gibi gelişmeler yaşanır ve ülkenin başına sosyalist ve Yahudi asıllı Kurt Eisner geçer. Sovyet tehdidinin canlı olduğu bir dönemde Alman toplumunun büyük kesiminde Eisner’e karşı potansiyel bir tepki mevcuttur. Atmosferi kendi lehine kullanan Sebottendorf, yine Yahudi asıllı olan genç bir subayı azmettirerek 1919’da Eisner’in ölümüne sebep olur. Bu suikast ile hem kendisinin ve Thule’nin etkinliği artmış, hem antisemitik ve antisosyalist söylem özgüven elde etmiş, hem de monarşi karşıtı hava dağılmıştır.
Thule Cemiyeti aynı yıl, Alman İşçi Partisi’ni kurar. Partinin 1921 yılında Nasyonel Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne dönüşmesi ve Hitler’in keşfedilmesi ve partinin başına getirilmesi bizzat Sebottendorf tarafından gerçekleşir. Bu işlerde, partinin kurucuları arasında da yer alan Dietrich Eckardt görevlendirilir. Eckardt’ın 1923’te ölmeden önceki son sözleri şöyledir: “Hitler’in ardından gidiniz. O dans edecektir ama müziği besteleyen benim. Ona, onlarla (?) ilişki kurma imkânlarını verdik. Ardımdan acımayınız; çünkü tarihi en çok etkileyen Alman ben olacağım.”
Thule, kuzey/nordik mitolojide yer alan, Kuzey Buz Denizi bölgesinde, İzlanda yakınlarında olduğu iddia edilen, Atlantis ile bağdaştırılan ve sular altında kaldığına inanılan mitik bir adanın ismidir. Aryan düşüncesi, üstün ırkın ilk vatanı Thule ülkesine dayandırılır. Hatta İzlanda bu anlamda önemsenmekte, Katolikliğin ezdiği, Roma İmparatorluğu’nun baskıladığı arî Tötonların/Germenlerin genetik olarak saf kaldığı bir kısım nüfusun orada olduğuna inanmaktadırlar. Şu ânda Grönland’ın Qaanaak şehrinde, ABD’ye ait Thule adlı bir hava üssü bulunur ve bu üs 1982 yılından itibaren ABD’nin, Thule Hava ve Uzay Üssü olarak çalıştırılmaktadır.
Svastika adlı, formu değiştirilmiş haç şekli de Thule’nin icâdıdır. Thule Cemiyeti’nin arması, daha çok oryantal bir hançer formunda, üzerinde hilâl kondurulmuş ve svastika ile birlikte olarak tasarlanır. Armada, İstanbul Beyoğlu’ndaki kuruluş tarihi olan 1910 değil, Almanya’da faaliyetlere başlanılan 1919 tarihi yazılır. Nazi parti programı ve tüm uygulama altyapısı bu cemiyet ve Sebottendorf tarafından belirlenir. Aslında, belirleyici olan Almanlar’ın içinden çıkan öncül aryan saplantısı, okült ve gizemci akım merakı ve organizasyonel çalışmaların ürünü olarak Sebottendorf adıyla ortaya çıkan operasyondur. Antisemitizmin en sert şeklini hayata geçiren bir hareketin fikir babası olarak, mason locaları ve önemli Yahudi ailelerle yoğun irtibat ve mesai içinde olan ve mason uygulamalarına dair ayrıntılı bir kitap yazan Sebottendorf, küresel bir operasyonun parçasıdır.
1933’te “Hitler Gelmeden Önce” adlı bir kitap yayınlar ve Hitler hikâyesinin mimarının kendisi olduğunu anlatır. Hitler, eski monarşi ile ilgili eleştrilerinden ve kendisine yönelik hoşuna gitmeyen ifadelerinden ötürü Sebottendorf’u 1934 yılında tutuklattırır. Türk vatandaşlığı sayesinde dışarı çıkar ancak sınırdışı edilir. Bunun üzerine Türkiye’ye döner. 1945 yılında Boğaziçi’nde intihar ettiği iddia edilir. Ancak 1950’lerde Adana ve Antalya’da bizzat kendi adıyla ticaret yaptığına dair kayıtlar bulunur. Aytunç Altındal’ın Bilinmeyen Hitler adlı kitabında, 1957 yılında İngiltere’ye, 50 yıl sonra açıklanması şartıyla belgeler gönderdiği iddia edilir. Yine 1957’de Adana’da bir otelde kaldığı resmî belgelere dayandırılır. Hayatı gibi, ölümü de gizemli olmuştur.
Nazizm’i ikiye ayırmak gerekiyor. Birinci katmanda Nazi’lerin ve Hitler’in kamuoyu yönetimine ait siyaset metodları yer alıyor. Burada maksimum seviyede propaganda, üstüncülük, ve popülizm var. İkinci katmanda, okült (evrenin büyü ve tesirlerle yönetildiği, gizcilik anlamına gelen, doğaüstüne tapan inanış), mistisizm ve kabbalanın taşıdığı dünya görüşüne sahip olan kurmayları görürüz. Nazi bilim insanları tarafından, yeraltında müstakîl dünyalar ve ekosistemlerin, ayrı bir güneşin olduğunu iddia eden Oyuk Dünya Teorisi ve dünyanın dışında değil, iç bükey olarak içinde yaşadığımızı, evrenin bu dünya kayasından ibaret olduğunu iddia eden Buzul Dünya/Evren Teorisi gibi uçuk savlar araştırılmaktadır.
Faşist bir rejimle ülkesini yöneten Nazi’lerin, her konu başlığında, yıkım sonrası yeniden inşa planıyla hareket etmeleri sebebiyle, bilim dünyasına ait verileri de aynı şekilde yıkım/yapım şeklinde belirlemek istemesinin ürünü olan bu yaklaşımlar, Almanya’yı yönetirken birbirinden ayrı katmanlar halinde çalıştıklarını gösteriyor. Zira bu teorileri, kamuoyuna kabûl ettirmeye çalıştıklarını görmüyoruz. Savaşın patlak vermesinden önceki yıllarda ve savaş yıllarında, kamuoyu tek bir hedefe yönlendirilmeye çalışılıyor. O da, aryan ırkın üstünlüğü ve diğerlerinin düşman olduğu fikrinin toplumda yerleşmesi hedefidir. Bu nev’iden dünya görüşü meseleleri hem henüz onların da üzerinde çalışıp geliştirmeye çalıştıkları konulardır, hem de bunlar kurmayların kendi dünyalarına ait işlerdir.
Savaş biter, Nazi’ler kaybeder. İddialarının ve giriştikleri kavganın büyüklüğünün karşılığı olarak mağlubiyet ve bedel de büyüktür. Üst düzey kurmaylarda çok sayıda intihar yaşanır. Müttefiklere yakalanmamak, öldürülmemek veya yargılanmamak için kaçan kaçanadır. ABD, bu aşamada Nazizm’e hizmet eden bilim insanlarının kendi bünyesine dahil edilmesine yönelik olarak Paperclip Operasyonu’nu başlatır. Sovyetlerden bu bilim insanlarını kaçırmayı ve ülkesine götürmeyi başaran ABD, yaklaşık 1.600 bilim insanını bir program dahilinde aileleriyle birlikte (bir kısmı İngiltere’ye de gider) alır ve onları kendi kurumlarında çalıştırmayı başarır. Roket, havacılık, uzay mühendisliği, kimya, tıp, jeofizik, elektronik ve diğer mühendislik dallarında uzman bu kişiler bugün dünya endüstrisinde varılan teknolojik gelişmelerde önemli pay sahibi olmuşlardır.

Paperclip Operasyonu’nun listesinin en başında yer alan isim ise Wernher Magnus Maximilian von Braun’dur. Von Braun, Nazi Almanyası adına uzaya ulaşan dünyadaki ilk balistik füze V-2’nin mucididir. Bir Nazi binbaşısı olan von Braun, öncülük ettiği V-2 füzesinin bilgi birikimi ile ABD’ye gelir. ABD’nin Satürn-5 füzesi von Braun’un tasarımıdır ve bu füzenin projesinde, onunla beraber 700 tane Nazi bilim insanı çalışmıştır.
Satürn-5, ABD’li 24 astronotu Apollo Görevleri çerçevesinde Ay’a götüren ve geri getiren füze sistemidir. NASA’da, bir Nazi bilim insanı olan von Braun ve onunla birlikte yüzlerce Alman, ABD’nin en derin ve mahrem odalarına girmiştir.
1934’te Nazi rejiminin, Sebottendorf’u tutuklatması ve sınırdışı etmesi sürecinde, bu iki grubun yollarının görünürde ayrıldığını görüyoruz. Nazizm savaşın kaybedilmesi ile sona ererken, onun kurucu felsefesinin yürütücüleri sahnede kalmış, hedeflerine giden yolda çalışmaya devam ediyor olabilirler. Thule’nin kuruluş fikrinde yer alan unsurları biraz daha ayrıntılı hâle getirecek ve parantezi sürdüreceğim.